Leyla ve Sibel Turunç: Artık çocuklarını okutmak için tandır başındalar!
Leyla yedi kardeşin en büyüğü. Lise döneminde atletizmle ilgileniyordu. Hatay il birinciliği, Akdeniz bölge ikinciliği, sayısız başarı madalyası var. Burslu okuma fırsatı vardı. Babasına “Kızdır, neden okutacaksın?” dediler. Okulu ve sporu bırakıp kardeşlerine baktı.
“Hayatla mücadeleyi hiç bırakmadım. Bu dünyaya dört çocuk getirdim. Onların sorumluluğu benim üzerimde. Onları okutuyorum. Hiçbir zaman kız olduğu için okutmamayı kabul etmiyorum. Kızlar okusun!”
Köyde sürekli çalışma var, maaşlı iş gelmesin aklınıza! Leyla, altı yıl önce köy dışında çalışma hayatına katıldı. Çocukların büyümesiyle ve üniversiteye başlayan çocukların da olmasıyla geçim sıkıntısı baş gösterdi. Önce bir imalathanede pastacı olarak çalışmaya başladı, sonra yaşlı bakım hizmeti verdi. Depremden sonra ise işsiz kaldı.
Sibel, üç çocuk annesi. Eşi rahatsızlanıp çalışmamaya başlayınca evin geçimini sağlamak zorunda kaldı. O da köydeki bahçe işinin yanında bir iş yerinde aşçılık yapmaya başladı. Depremden sonra işsiz kaldı.
Depremden sonra dönüşen hayatlar
“Çocuk üniversiteye hazırlanacak. Dershaneye yazdıracağız, ücretler çok yüksek. Yol ücreti ayrı dert, hepsini hesaplayınca insan işin içinden çıkamıyor. Çocukları okutmak, büyütmek adına iş yapma zorunluluğumuz var.”
Depremde ailelerinden kayıpları olmadığını ifade ediyorlar. Fakat evleri girip yaşanacak halde değildi. Şehirde yaşasalardı depremden sonraki zorlu süreci atlatamayacaklarını düşünüyorlar. “Biz kuyudan su çekip ısıtıp onunla yıkanmaya alışığız, depremden sonra dokuz ay dışarıda yaşadık. Ailece kaldığımız için belki de dayanabildik. Sırayla evin kapısında nöbet tutup banyo yaptık. Beş dakikalık süre tutuyorduk, tüm kapılar açık, içeri geçenin beş dakikası var, yıkanıp çıkıyorsun.”
Depremden sonra iş teklifleri aldılar, ama kendilerini toparlayamadılar. Şehir dışından da teklif aldılar ama “biz buradan başka yerde yaşayamayız” dediler ve köyde kalmaya devam ettiler. “İnsan kendi memleketini bırakamaz. Her taraf anı kokuyor, bırakılmaz burası. Doğduğun yer burası. Başka yere gidince dışlanmış gibi görüyorsun kendini.” diyor Leyla.
İkisinin de evleri toprakları kendilerinin. Ama satıp gitmek istememişler. “Nasıl bize bırakıldıysa biz de çocuklarımıza bırakmak istiyoruz. Sattığın zaman birkaç senede o parayı tüketirsin. Ama bizim çocuklarımızın geleceğini düşünmemiz lazım.”
“Kendi işini kurmak çok keyifli. Çok zorluğu var. Ben hayatta yapmam derdim, çünkü tandır işi çok zor. Hata yatığımızda fark ediyoruz, o ürünü vermiyoruz. Buna da biz karar veriyoruz. Parayı aldığım zaman bunu hak ettim mi diye düşünmüyorum. (Bazen karşı taraf –işteki patron- bunu sana hissettiriyor.) Kendi başına iş üretmek çok güzel. İnşallah daha iyi yerlere geliriz.”
“Depremin ikinci gününden itibaren yardım gelmeye başladı. Ama kuyruklarda beklemek zorumuza gidiyordu. Ben iki kere gittim yardım almaya gözlerim doldu. Biz neredeyiz? Ne yaşıyoruz? Neden elimizden bir iş gelebileceği halde bunu yaşıyoruz?”
Leyla ile Sibel’in aklında hep bu soru döndü; “bizim elimizden iş geliyor, neden yapmıyoruz?”
Yardımlara muhtaç olmamak için işe girişmeye karar verdiler. Köy grubunda kermes duyurusunu gördüklerinde neler yapabileceklerini düşündüler. Ekmek, lif, toka, tandırda katıklı, turşu… Ellerinden ne gelirse! Kermeste yer almak istediklerini haber verdiler ve başladılar. Kermese gelenler aracılığı ile işleri duyulmaya başladı. Instagram hesabı açtılar. İlk başlarda şehir dışından da satışları oldu ama kargo ücretlerinden dolayı masraflarını karşılamak zordu. Bu nedenle daha çok kermese gelenlere satış yaptılar. Ekmek, katıklı, turşu ve bahçeden çıkan sebzeleri kermeste satıyorlardı.
mavikalem ile karşılaşma ve yeşeren umutlar!
Kermes alanında mavikalem in broşürünü ve köy grubunda da duyurusunu gördüler. “Başvururken işimizi kolaylaştıracak eşyalar gelecekse ne iyi olur diye düşündük. İşimizi devam ettirebilmemiz için mutlaka gereken bir şeydi hamur makinası. O olmasaydı biz bırakırdık, devam edemezdik.”
Hamur makinasının ve dondurucunun gelmesiyle daha fazla üretmeye başlayabildiler. Kermese giderken bol ürünle gidip satış yapabiliyorlar ve eğer fazla kalırsa dondurucuda muhafaza ediyorlar. Böylece el emeği hiçbir ürün ziyan olmuyor.
“Tandır işinde üç kişi lazım. Biri hamur tutacak, biri çıkaracak biri açacak. Biz makine olmadan önce gücümüz yettiğince iş yapıyorduk. Bir iki leğen ancak. Bir de hamur yoğurmak için bir kişi eksilince tandır soğuyor, yeniden yakman gerekiyor. Şimdi ise isteğe göre ne kadar lazımsa yapabiliyoruz.”
Tandır ekmeğinin dışında turşu yapmaya da devam ediyorlar. Hatta şehir dışından bir restoran ile anlaşmaları bile var! Eskişehir’e pancar ve salatalık turşusu yapıp gönderiyorlar. Turşularını konservelerini otobüse verip restoranda gönderiyorlar. Kermese gitmeye devam ediyorlar. Hem Instagram hem de WhatsApp tan ürünlerini paylaşmaya devam ediyorlar.
“Çok zor, ama bir yandan zevkli. Çünkü kendi işimizi yapıyoruz. Kimsenin baskısı altında olmadan çalışıyoruz. Bu rahatlık verici. İstediğimiz zaman yapıyoruz. Çok güzel bir duygu!”
“Azimli olmak gerekiyor, umut etmek gerekiyor. Bittiği yerden bir daha başlamak zorundayız. Bitti dememeliyiz, başka şeyler araştırıp yapmak bulmak ve üretmek gerekiyor. Vazgeçmemek gerekiyor.”
Son olarak sizin hikayenizi okuyanlara ne söylemek istersiniz diye sorduğumuzda; “Kadın güçlüdür” dediler!
Instagram: https://www.instagram.com/turunc.sibel/